Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

29 Aralık 2011 Perşembe

BİR İŞ VAR BU KAZALARDA


BİR İŞ VAR BU KAZALARDA

Orhan Veli, ömrü boyunca kazalardan bir türlü kurtulamaz. 5 yaşındayken dadısının kızarttığı köftelerden aşırmaya çalışır ama, çatal kayar ve kolu tavanın içine girerek yanar. Uzun bir tedaviyle iyileşir. 7 yaşında sünnet olmasını kazadan saymazsak bile 9 yaşında ağır bir kızamık hastalığı geçirir. 12 yaşında Beykoz çayırında oyun oynarken diz kapağını dikenli tele takınca ağır şekilde yaralanır. 13 yaşındayken, yirmi yaşındaki hizmetçileri Fatma'yı Flober tabancasıyla korkutmak ister, tabancayı şeytan doldurmuştur ve genç kız ağır şekilde yaralanır.
17 yaşında yakalandığı kızıl hastalığı, çocukluk ve gençlik yıllarındaki ufak tefek sıyrıklar, kesikler 1939’daki trafik kazasının yanında hiçbir şey sayılmaz. 25 yaşındadır ve en yakın arkadaşlarından Melih Cevdet’in kullandığı araba, Ankara’da Çubuk Barajı tepesinden aşağı yuvarlanmıştır. Yirmi gün komada Numune Hastanesi'nde yatar.
29 yaşındayken attan düşer. Bir kaç günde iyileşir.
Bir başka kazada ise yalnız değildir. Ahmet Hamdi Tanpınar ile Sarıyer’de kayık sefası yaparken, kayık devrilir, denize düşerler. O’nun kayığı bilerek devirdiğini, amacının "haber olmak" olduğunu iddia eden kalemler bulunsa da, onlar hiç kayığa binmemişlerdir. Binselerdi; sandaldaki arkadaşına belli etmeden (hatta belli ederek de) sandalı devirmenin ne kadar zor olduğunu öğrenmiş olurlardı.
Papirüs dergisi Ocak 1967 tarihli sayısını Orhan Veli özel sayısı yapmış ve Orhan Veli'nin kime gönderdiğini yazmadıkları üç mektup yayımlamışlardır. İşte bunlardan 15.7.1947 tarihli olanı:
"Senin duyduğun gibi ben denize sarhoşlukla düşmüş değilim. Bir akşam Büyükdere rıhtımından Ahmet Hamdi bey, Fuat Ömer, karısı, kız kardeşi, bir de ben kayığa biniyorduk. Tekne, ufacık bir tekne; hepimiz bindik. Son olarak Meziyet Hanım binecekti. Kayığın tam kenarına bastı. Deniz seviyesiyle bir olan kenardan su dolmaya başladı. Kayık da hemen battı. Yalnız ben değil, hepimiz suya döküldük. Son günlerde gazetelerin bahsettiği hadise işte budur. Sen bu hadiseyi işin biraz da eğlenceli tarafını düşünelim diyerek hatırlıyorsun. Bilmem ki pek mi eğlenceli. Herhalde görülecek bir tarafı da var. Hamdi bey o sırada baş üstünde yatmış, yıldızları seyrediyordu. Ben telaşla 'Hocam batıyoruz' deyince, o, yattığı yerden 'Aman! ben yüzme bilmem, beni kurtarın!' diye bağırmaya başladı. İşin asıl kötüsü Hamdi bey o gece İstanbul'a dönmek mecburiyetindeydi. Halbuki hepimiz denizden sırılsıklam çıktık. Elbiselerimiz de ertesi gün olmadan kurumadı."
Hayatının en önemli kazası ise 10 Kasım 1950’de gerçekleşir.
Ankara’da, gece evine giderken, belediyenin açtığı bir çukura düşer. Çukurdan çıktıktan sonra büyük bir hata yaparak olayı önemsemez. İstanbul’a gelir. 14 Kasım'da, bir arkadaşının evindeyken fenalaşır. Hastaneye kaldırılır. Alkol komasına girdiği zannedilir. Ölümünden sonra yapılan otopside beyin kanamasından öldüğü anlaşılır. Doktorların raporunu kabul etmeyen Orhan Veli'nin çocukluk arkadaşı Halim Şefik de bir Otopsi yapar. Eh! kılavuzu şair olanın, kulaklarının şiirden kurtulmaması gibi, bir şairin Otopsi'si de ancak şiirle yapılır:
Morgta açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince tenkafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işte doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar
Tüm bunların yanı sıra bir kaza daha vardır ki Orhan Veli’ye bir şiir yazdırtmıştır:
1936 yılında Ankara’ya giden Orhan Veli uzun bir süre orada yaşamıştır ve İstanbul ile deniz özlemi, o dönemdeki şiirlerine yansımıştır. Seyahati çok seven Orhan Veli, kimi zaman bir - iki günlüğüne bile olsa İstanbul’a kaçar. İşte bu hafta sonlarından birinde İstanbul’a gelen Orhan Veli, Harem’de otobüsten indikten sonra Üsküdar’a doğru yürümeye başlar. Kız Kulesi’ne birkaç şiir okuyarak selam verir. Sabahın erken saatlerinde şarkılar, söyleyip ıslık çalarak Üsküdar’a ulaşır. Kalkmakta olan bir motora biner, Beşiktaş’a ulaşmak için. Kısa süren yolculuk sırasında İstanbul’u ne kadar çok özlediğini daha iyi anlar. Dayanamaz, elini denize sokar. Müthiş bir duygudur bu O’nun için.
Ki bunu 1950 yılında yazdığı Denize Doğru adlı "şairane bir yazı"da da belirtmiştir: "Bir yıl deniz görmesem bir hoş olurum" diyerek denize olan sevgisini anlatan Orhan Veli, devamında şunları yazar: "Buraya geleli üç gün oldu. Ama şöyle bir kıyıya gidip o yosun kokusunu koklayamadım. Şöyle bir eğilip elimi suya değdiremedim. O eski hasret hep içimde."
Denizi avucuna sığdırmak istercesine suyla doldurur avucunu. Koklar ve yüzüne çarpar. O’nun tüm yorgunluğunu almıştır bu bir avuç deniz.
Motor iskeleye yaklaşmıştır bu sırada. Bir an önce kıyıya çıkıp, özlediği İstanbul’un sokaklarında dolaşabilmek için, yeterliliğine inandığı bir yakınlığa gelince iskeleye atlar. Köşeleri oldukça aşınmış olan iskeleye önce sol adımını basar ama, basmasıyla kendini motorla iskele arasında bulur. Sol eliyle iskeleye, sağ eliyle motora tutunmuştur. Motordakiler de motorun iskeleye çarpmasını ve Orhan Veli’nin arada sıkışmasını önlerler.
Çevredekiler Orhan Veli’yi kurtarmaya çalışırken, O, kahkahalarla gülmeye başlar. Önce kalçalarına kadar girdiği denize, sonra gökyüzüne bakar. Ardından kendisini kurtarmaya çalışanlara iki soru sorar: "Her gün bu kadar güzel mi bu deniz? Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?"
Kimse O’nun bir şair olduğunu bilmez. Şaşkınlıklarını bir yana bırakarak O’nu zorla karaya çıkarırlar. Hatta belki de "bir deli yüzünden fazla zaman kaybetmeyi" istemezler. İskelede bir kenara oturan Orhan Veli, Bir İş Var adlı şiirinin devamını yazar.
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Bir iş var bu işin içinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder