Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

29 Aralık 2011 Perşembe

BİR ŞAİR BİR ÇOCUK


BİR ŞAİR BİR ÇOCUK



Son zamanlarda birbirinden ilginç haberler okuyorum gazetelerde. Bugün de bunlardan birisi ilişti gözüme. Olay Almanya'nın Ingelstadt kentinde gerçekleşiyor. Bir alış veriş merkezinde görevliler, altı yaşındaki çocuğun oyuncak reyonunda olduğunu görmeden mağazayı kapatıp giderler. Loretta adlı afacan kız, hiç panik yapmadan önce bir dondurma yer, ardından salamlı ekmek atıştırır. Kapıları açmayı denese de başaramaz ama, ışıkları açar. Devriye gezen bir polis ekibi bu ışıkları görünce cam kapıdan içeriyi inceler. Çocuğun içeride hapis olduğunu görünce mağaza yöneticisini ararlar ve afacan kızın bu ilginç macerası sona erer.
Böylece altı yaşındaki bu çocuk gazetelere manşet olur, tıpkı Ataol Behramoğlu'nun Ağıt şiirine konu olan yaşıtı Ali gibi:
Simit satıcısı altı yaşındaki Ali
Büyüyüp film artisti olmayı düşlerdi
Zabıtadan kaçarken çiğnendi Mersedese
Renkli gazetelerde cesedi sergilendi
Gazete okumayı bitirdikten sonra işe gitmek üzere hızla hazırlandım. Sokakta bir kamyon dolusu eşya vardı, demek birileri yandaki evi kiralamıştı. Kapının önünde durup sokağa göz atınca, sokağın çocuklarını gördüm. Sokağın okulda olmayan tüm çocukları sokaktaydı. Gruptan ayrı ve tanımadığım bir çocuksa kenarda oturmuş onları seyrediyordu. Yeni komşunun çocuğu olmalıydı bu ama, Oktay Rifat'ın Çocuk şiirinden fırlamış gibiydi:
Hamsi gibi kaldı
Çocukların arasında
Küçük ve yabancı
Kara kara düşünüyor
Fatih İstanbul'u kaçta aldı?
Oturduğu yerden hızla kalkan çocuk, eşya taşıyan ve babası olduğunu tahmin ettiğim adamın yanına giderek bir şey sordu. Belki de Fatih'in İstanbul'u kaçta aldığını. Taşınmanın yorgunluğundan olsa gerek, babası onu tersledi. Gidip Halim Şefik'in Çocuk adlı şiirini okumalıydım babaya ama, yeterince oyalanmıştım ve otobüs durağına doğru yol almaya başlarken, şiiri kendi kendime okudum:
Kalkınmada ilk şart eğitim
Eğitim kitapla olur
Çocuk hepimizin akıllısı
Siz okursanız o da okur.
Bu arada durağa varmıştım. Geç kaldığım için Kadıköy otobüsünü beklemeden, aktarmayla gitmek üzere herhangi bir köprü otobüsüne bindim. Köprü çıkışındaki durakta iner inmez, arkalardaki ağlayan bir çocuk gözüme çalındı. Bu çocuk da Can Yücel'in Şair Be! dediği çocuk olmalıydı:
Köprünün Beylerbeyi kavşağında,
Assubay Durağı'nda indim otobüsten
İlerde siyah önlüklü bir çocuk
Yanaştım, parmaklığa çökmüş ağlıyor...
Yaraşır mı ağlamak? dedim
Delikanlı adamsın sen!..
Sen, dedi gözlerini yumruğuyla silip
Tükenmez kalamini kaybetsen ağlamaz mısın?
Can Yücel gibi cesur olup soramadım çocuğa derdini, Kadıköy otobüsü de gelmişti zaten, hemen bindim. Otobüs birkaç yüz metre ya gitmiş ya gitmemişti ki yolun kenarında çiçek toplayan çingeneleri ve koyun otlatan küçük çobanı gördüm. Aşağı yukarı on üç yaşlarındaydı, ismi de Ali olmalıydı ama, bu Ataol Behramoğlu'nun Ali'si değil, Nazım Hikmet'in Ali'siydi.
Ali selam eder
Ali on üç yaşında
dağbaşında davar güder
sürü önde
Ali yalınayak arkada gider
Ali'nin gözleri karakehribar
On üç yaşındaki çoban Ali'yi geride bırakmama neden olan otobüs beni bir başka çocuğa taşıdı. Kapıağzı Durağı'nda inince hemen karşıdaki Karacaahmet Mezarlığı'ndaki küçük bir kız çocuğuna... Bu da olsa olsa Baki Süha Ediboğlu'nun Mezarlık şiirindeki kızdı:
Dün akşam gün batmadan
Yaşlı ölülerin arasına
Bir misafir geldi
çocuk bahçesinde kovası kalmış.
Kumların üstünde küçük küreği.
Besbelli çok yorgun, hemen uyudu.
Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü
Örtüsünü örttü:
Mademki burada annesi yok,
bu küçük kız bize emanet.
İleride yatan başka bir ölü
Yavaşça seslendi:
Başındaki kurdeleyi çözüp katlayın
Ütüsü bozulmasın
Mezarlıktaki çocuk, her çocuk gibi, o kadar masum görünüyordu ki ister istemez ona Özdemir Asaf'ın Çocuklara şiirinin mısralarını mırıldandım:
Yalan bile söylerken
Prensibim doğruluk
İsterim ki ben
Sen de öyle kal çocuk
Geç kaldığımı bilsem de okunan öğlen ezanı benim çok geç kaldığımı vurguluyordu ama, ezanda da bir gariplik vardı. Kafamı kaldırıp Karacaahmet Camisi'ne baktığımda, Sunay Akın'ın Minare şiirinin de yardımıyla bu garipliğin nedenini anladım:
Top oynayan arkadaşlarını
minareden gördüğü
için acelecidir
ezan okuyan
çocuğun sesi
Minareyi de ezan okuyan çocuğu da geride bırakarak sonunda işyerime ulaştım. Fakat çok geç kaldığım için artık işsizdim. İşim yoktu ama, bol bol vaktim vardı ve Kadıköy'e doğru yürümeye başladım. Bir ilkokulun önünden geçerken çocukların çığlıklarını duydum. Sınıfın penceresinden görebildiğim kadarıyla olay tam Jacques Prevert'likti. Sanki Prevert, Yumurcak şiirini yazmadan önce benim gördüklerimi görmüştü:
Kafasıyla evet diyor
Yüreğiyle hayır.
Sevdiğine evet diyor
Öğretmene hayır.
Sözlüye kalkmış
Soru üstüne soru
Şunu yaz bunu çiz
Derken bir gülmedir alıyor çocuğu
Delice bir gülme
Ve siliveriyor her şeyi
Sayıları sözleri
Adları tarihleri
Tümceleri tuzakları
Öğretmen tepine dursun
Çığlıkları ortasında mucize çocukların
Renk renk bütün tebeşirlerle
Belalı kara tahta üstüne
Resmini çiziyor mutluluğun.
Sözlüye kalkmış çocuğun, mutluluğun resmini çizmeye başlamasından önce, sınıfından kaçan arkadaşı okulun duvarından atlıyordu. Halbuki bilse şu an neler kaçırıyordu! Bu çocuk da Orhan Veli'nin Fena Çocuk'u idi:
Mektepten kaçıyorsun,
Kuş tutuyorsun,
Fena çocuklarla konuşuyorsun,
Duvarlara fena resimler yapıyorsun;
Bir şey değil,
Beni de baştan çıkaracaksın.
Sen ne fena çocuksun!
Fena çocuk önde,ben arkada yürümeye başladık. Kadıköy'e yaklaştığımızda da yollarımız ayrıldı. Ben sahile doğru yöneldim, karakola yaklaşmıştım ki iki polisin, iki koskoca polisin bir çocuğu sürüklediğini gördüm. Aklıma Kızılderili'lerde Karael ya da Karaayak isimlerinin olmasına rağmen, Karakol isminin olmayışı takıldı. Polisin bağırışı, düşüncelerimi bile kaçırdı benden: "Utanmıyor musun bu yaşta arabalardan teyp çalmaya?" Teyp çalmanın yaşı mı olurmuş diye düşüncelere dalmamı da çocuk engelledi; Akgün Akova'ya "Sansürttürme Şair Abüüü" diye seslenerek:
kimse gel otur demedi bana
hep git, hep defol
Hep öfff kim bu serseri
hep çalış dediler hiç iş
hep öğüt verdiler hiç us
hep yıkan dediler hiç su
bi' kar karambol kış günü
iki tavuskuşunun katline ferman yazıp aç midemle
Gülhane Parkı'nda pişirip yediğimden
fişlediler karakol karakol
....
"bu gece bi' Mercedes teybi nasip eyle şair abüü
aynasızların eline düşürme
karakolda öttürme
dişlerimi avcuma döktürtme şair abüü
bu şiiri gözün gibi koru
İzmarit parıltısı
kimselere sansürttürme şair abüü
Simit satıcısı altı yaşındaki Ali'yi çiğneyen Mersedes'in teybini nasip eylemek istedim O'na. Tam o anda omzuma bir el dokundu. Geri döndüm, eski bir dostumdu. Artık işsiz olduğumu söyledim, meğer O'nun da morali bozukmuş. Bundan sonra Sabahattin Kudret Aksal'ın Hikaye-i Sevda'da anlattıklarını çoğul olarak gerçekleştirdik.
Doğru bir içkili lokantaya girdim
Bir derken bir ikinciyi çektim
İkinci derken üçüncüyü
Üçüncüyü dördüncü kovaladı
Birçok şeyleri güzel gördüm
Olmayacak nice işin
Olacağına inandım
Hiç yapmadığım bir işi yaptım
Türkü mırıldandım
Sonunu getiremedim ama
Sonunu getiremediğimiz türküler mırıldanmaktansa O'na bugün gördüklerimi anlattım. Meğer benimle karşılaşmadan önce, üç sokak çocuğunun kavgasına şahit olmuş. Ama ne kavga! Kavga etmiyor, sanki oyun oynuyorlarmış. Ben de Şeref Özsoy'un Kavga şiirini okudum:
Sokak çocuğu bile olsalar
Kızdıklarında,
Kavga ederken
Birbirlerine
Çay tabağı atarlar...
Önce güldü, ardından yavaş yavaş sarhoş olduğumu iddia etti. Bunu nereden çıkardığını sorunca, garson çocuğu göstererek; "Bak, şu an yanı başımızdaki çocuğu görmüyorsun" dedi. Gülme sırası bendeydi. "Görmez olur muyum hiç, dedim. Görmez olur muyum. O, Sait Faik'in Pazar Günleri gördüğü çocuktur:
Pazar günleri, bira içerim
Turb ve şamfıstık ile
Küçük bir çocuk
Bana hizmet eder
On kuruş bahşiş mukabilinde
Halbuki ben onun
Babası olmak isterim"
Pes etmek zorunda kaldı. Bir süre sonra da evlerimize gitmek üzere ayrıldık. İçkiyi biraz fazla kaçırdığım için yolda etrafımla ilgilenemiyordum. Zaten son otobüsü de ucu ucuna yakalamıştım. Eve geldiğimde biraz da olsa ayılmıştım ama, yine de gaipten sesler duyuyordum. Biraz daha dikkatli dinleyince, Orhon Murat Arıburnu'nun Çocuk adlı şiiriyle bana seslendiğini anladım:
Bir çocuk ağlıyorsa
Asya'da
Afrika'da
Dünyada
O ÇOCUK BİZİMDİR

Ağlayan çocuk gülüyorsa
Asya'da
Afrika'da
Dünyada
O ÇOCUK HEPİMİZİNDİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder