Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

28 Aralık 2011 Çarşamba

DERGİ KAPATTIRAN ŞİİR


DERGİ KAPATTIRAN ŞİİR


Bir gün yedek subay olarak askerliğini yaparken, Nisuaz'a giden Orhan Veli, tek başına bir masada oturur. Bu oturuş bile birilerinin canını sıkar.
"Orhan Veli, bir gün bizim gediklisi olduğumuz Nisuaz'a gelip karşımızdaki masada oturacak, bizimle tanışmak üzere hiçbir çaba harcamaksızın yine kalkıp gidecektir."
Bu satırları yazan Hasan İzzettin Dinamo, Orhan Veli'nin kendilerinin kim olduğunu bilmek zorunda olduğunu vurguluyor. Oysa ki insan hiç tanımadığı birinin masasına gidip, "merhaba ben bilmem kim, sizler kimsiniz" mi der? Yoksa O'nun kim olduğunu bilenlerin masasına gidip, tanışmaya çalışmaları mı gerekirdi? Yani Orhan Veli de anılarının bir köşesinde "bir akşam Nisuaz'a gittim, karşımda oturan Hasan İzzettin Dinamo bana baktı baktı da masama gelip tanışma girişiminde bulunmadı" dese haklı olur muydu? Ki Mehmed Kemal, Orhan Veli'yi 'bir heykel gibi susan' diye tarif etmişken...
Hasan İzzettin Dinamo'nun Orhan Veli'ye kızgın olduğu belli, bunun nedenini de yine şairin anılarından okuyoruz:
"Sabahattin Kudret ile Sait Faik, Küllük dergisinin ilk ve tek sayısına girecek; hemen ardından yine iktidarın zincirleri üstümüze boşanarak bu dergiciğimizi de yitikler dünyasına yolcu edecekti."
Derginin neden kapandığını da yazar Dinamo:
"Sözde Hasan Ali Yücel, Orhan Veli'nin Orospu adlı şiirinden alınmış, Bakanlar Kurulu'ndan karar çıkartarak Küllük dergisini kapattırmıştı. Sözde bu yergicilik Hasan Ali Yücel'le sevgilisini hedef almışmış. Söylenti. Dergimiz kapatıldığı sırada, bütün arkadaşlar, kapatılma nedeni olarak yalnızca bu söylentiyi işitmiştik. Şimdi bile bu konuda yeni bir şey bilmemekteyim. Anladığım şu ki, Hasan Ali Yücel, Küllük'ün kapatılmasında temelli bir rol oynamıştı. Orhan Veli o zaman Ankara'da bulunduğundan belki bu işin aslını daha iyi biliyordu. Ancak, onunla bütün yaşamım boyunca konuşup görüşmek nasip olmadığından bunu sorup anlamak da nasip olmadı."
Küllük'ün çıkış tarihinin 01.09.1940 olduğunu, Orhan Veli'nin askere ise 1941'de gittiğini söylersek, Nisuaz olayının Küllük'den sonra olduğu anlaşılacaktır.
Dinamo'nun kızgınlığını bir kenara bırakırsak, "Orhan Veli'nin şiirini beğenmese de anlardı" diyebiliriz. Hapisten yeni çıktığı sıralarda, aralarında Nurullah Ataç'ın da bulunduğu bir kaç kişiyle yemek yerlerken, Dinamo'nun eline el yazısıyla yazılmış bir şiir defteri tutuşturan Ataç; "Bak Orhan Veli'nin şiirleri." diyerek, okumasını ister. Bir kenara geçip, tek başına şiirleri okuyan Dinamo, bir süre sonra "nasıl buldun?" diye soran Ataç'a şunları söyler.
"Üstat, mapushaneden yeni çıkmış bir kişiye çok bir şey söylemiyor bu şiirler. Bunlar, düpedüz küçük burjuva şiirleri. Bana öyle geliyor ki, edebiyatta Nazım'ın yıkamadığı ufak tefek bir takım kaleleri siz bu şiirlerle yıkmağa çalışacaksınız. Hececilerden Yusuf Ziya'yla Orhan Seyfi tam Nazım Hikmet'i olağan görmeğe başlamışken, karşılarına bir de ayak nasırlarıyla Süleyman Efendi'yi çıkarıyorsunuz."
Ataç gülerek başladığı uzun bir konuşmasını şunlarla bitirir:
"Yusuf Ziya'yla Orhan Seyfi'yi bu şiirlerin neden bu kerte kızdırdığını anlamak kolay. Onlar aruzun pabucunu dama attıklarında, artık Türk şiiri dar hece kalıpları içinde yazılacak sandılar. Bencil herif bunlar. Kendinden sonra hiçbir şairin yetişmesine katlanamıyorlar. Hele Orhan Veli'nin şu alaylı deyişleri, bunları dinden imandan çıkarıyor. Bunlara pestenkerani şeyler gözüyle bakıyorlar. Şiirin talihini soyluların elinden çekip alan bu adamlar, bunun küçük burjuvaların eline geçmesini istemiyorlar. Oysa Nazım, Orhan Veli'den önce şiire kasket bile giydirdi. Durmadan her türlü yeniye saldıran bu adamların üstesinden geleceğim. Tevekkeli değil, Atatürk bunları İstiklal Savaşı'nda Anadolu'ya sokmadı. Şundan ki İstiklal Savaşı da bal gibi yeni bir şeye, halka doğru yol almıştı. Padişahı da, halifeyi de bir kafese sokup birer yırtıcı hayvan gibi ülkeden dışarı atacaktı."
Şiir bilgisine şapka çıkarılacak adamlardan olan Hasan İzzettin Dinamo'nun eleştirisinde Orhan Veli'nin yapmaya çalıştığını anladığı anlaşılıyor. Biz gene de biraz önceki, dergi kapatmaya neden olan şiire dönelim. Öncelikle Orhan Veli'nin Orospu adlı bir şiiri yoktur. Küllük'de yayımlanan şiirinin adı, Tahattur'dur; hatta Orhan Veli, ilk kitabı Garip'e isim olarak önceleri Tahattur'u düşünmüştür. 1977 seçimlerinde Cavit Yamaç'la Mehmed Kemal il il dolaşırlar. Kayseri meydanında Demirel, gırtlağını paralarcasına konuşurken, onlar da arabanın içinde edebiyat üstüne konuşmaya başlarlar. Bir ara söz şiirden açılır ve Cavit Yamaç anlatmaya başlar. Anılarından Orhan Veli ile ilgili belgelenmemiş bir şey bırakmak istemeyen Mehmed Kemal de bunları yazmaktan geri kalmaz:
"Bilir misin? Orhan Veli'nin Garip kitabının ismini ben koydum. Bir gün Nisuaz'da oturuyordum. Orhan geldi, bir şiir kitabı çıkaracağını söyledi. Bir türlü kitabına bir ad bulamıyordu. Koymak istediği ad 'Tahattur'du. Bilirsin Orhan Veli'nin 'Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden... Tabakam senin yadigarın... Seni nasıl unuturum ben... Vesikalı yarim...' diye bir şiiri vardır. Onun adı Tahattur'dur. Kitabına bunu vermek istiyordu. Bana sordu, ne dersin diye... Ben de bu adın çok eskimiş olduğunu, daha yeni ve ilgi çekici bir ad bulmasını söyledim. Bu yeni adın ne olabileceğini sordu. Ben de senin şiirlerin yadırganıyor, acayip, garip bulunuyor, öyle bir ad vermelisin, dedim. Öyleyse bir ad bul, dedi. Yaban, acayip, garip, derken... Garip sözü üzerinde durduk. Orhan Veli'nin kitabının adı ortaya çıkmıştı. Garip, sadece şaşırtıcı, acayip anlamına gelmiyor, gurbette kalmışa da yakışıyordu. Zaten o dönemde Orhan Veli ve arkadaşları da kural dışı, biraz gurbette kalmış gibiydiler."
(Mehmed Kemal'i okudukça karşınıza Orhan Veli'nin çıkmasına şaşırmıyorsunuz. Orhan Veli de 16.12.1945'de Ülkü dergisine Şiir Kitapları üzerine yazdığı bir yazıda, önce Birinci Kilometre adlı kitaptan Mahalle adlı şiiri de yazar:
Bu mahalle beni bilir
Babamı adımı işimi
Sabah kalkışımı akşam gelişimi
En güzel kızını bana vermiştir.
Şiirin hemen arkasından da bir dilekte bulunur: "Mehmed Kemal'in, mahallenin en güzel kızıyla mesut olmasını dileriz."
Anılarında Orhan Veli'nin adını binlerce kez daha kullanmak istemiştir herhalde Mehmed Kemal ve Fethi Giray'ın ölümünden sonra yazdığı Ağıt şiirinde de O'na bir mısra ayırmıştır:
Can sevgine bakardım da,
Hiç yitmeyeceksin sanırdım.
Orhan'dan, Cahit'ten, Suphi'den sonra,
Üstümüzde dolanan tipiden sonra,
Hiç gitmeyeceksin sanırdım.
Oysa düşünmeli,
Oysa bilmeliydim.
Bundan kelli yaşamın,
Tadı yok!
Mehmed Kemal 'gittiğinden' beridir de buraların tadı yok... Kendisi Milliyet Sanat dergisinin 15 Temmuz 1997 tarihindeki sayısında Şair Şah Çekerse adlı yazımı okumuş, oradaki "18-20 yaşlarımın şairi" dediği arkadaşı Fuat Ofşin'in hatırına beni Politika ve Ötesi köşesinde ağırlamış, askerliğimi yaptığım o günlerde bana en büyük ödülü vermişti. Kendisiyle görüşüp birkaç dakika Fuat Ofşin'den konuşmamız, bana O'nun kitabını kütüphanesinde arama sözünü vermesi ve bana 'borçlu' olarak buralardan gitmesi, kuru olarak bildiğim gözlerimin ıslanmasına, -yiğitliği bir kenara bırakırsam, ıslanmak ne kelime hüngür hüngür ağlamama- neden olmuştur.
Cemal Süreya, Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir'inin dördüncüsünü yazdığında henüz yalnız Orhan Veli 'gitmiştir':
Evet, Mehmed Kemal, Yılmaz Gruda, Orhan Veli,
Şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltı suyu gibi.
Sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun
Bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.)
Mehmed Kemal'e de 'Nasıl unuturum seni ben!' diyerek, Burhan Arpad'a geçelim; Tahattur adlı bu şiirin romanını yazan Burhan Arpad'a. Önce Cumhuriyet Gazetesinde tefrika olarak basılan, sonra da Set Kitabevi tarafından Nisan 1968'de yayımlanan romanda, vesikalı bir kadınla bir kahve çırağının arasındaki aşk anlatılır. Sigara tabakasının da 'iki elin kanda olsa gel' çağrısının da nedenlerini okuyacağınız romanın sonunu, şiiri bir kez daha okuduğunuzda anlayacaksınız:
Alnımdaki bıcak yarası
Senin yüzünden;
Tabakam senin yadigarın;
<<İki elin kanda olsa gel!>> diyor,
Telgrafın;
Nasıl unuturum seni ben,
Vesikalı yarim?
(Alnımdaki Bıçak Yarası adlı bu roman, Şahin Gök tarafından filme de alınmıştır. Hakan Ural, Serpil Çakmaklı ve Pakize Suda'nın başrol oynadıkları filmin sonu, kitabın sonuyla aynı değildir. Bir gazetenin televizyon sayfasında ise film ile ilgili şu eleştiri yapılmıştır: "Burhan Arpad'ın aynı adlı romanından serbest bir uyarlama, yer yer 'Vesikalı Yarim'i çağrıştıran bölümleri de var." Bu eleştiriyi yazan kişi; 1968 yılında Lütfü Akad tarafından çekilen; Türkan Şoray, İzzet Günay ve Ayfer Feray'ın oynadığı Vesikalı Yarim'in senaryo yazarı Ali Uğur'a şu soruyu sormalıydı: "Vesikalı Yarim'i yazarken, Orhan Veli'nin Tahattur adlı şiiri, size esin kaynağı olmuş mudur?")
Nazım Hikmet, 13 Şubat 1941'de Çankırı Hapishanesi'nden Kemal Tahir'e yazdığı bir mektupta bu şiir için şunları söyler:
"Demek istediğim şairaneliğin kelimeleşmiş ifadeleri sade mavi ufuklar, pembe bulutlar filan değildir. 'Vesikalı Yarim' de şairanedir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder