Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

28 Aralık 2011 Çarşamba

ORHAN VELİ’NİN PEŞİNDEKİ POLİS


ORHAN VELİ’NİN PEŞİNDEKİ POLİS

Sivil polisler pek çok şairi, yazarı, ressamı izledikleri gibi bir dönem Orhan Veli'yi de takip ederler. Bunun farkında olan Orhan Veli, kimi zaman da takip edenleri azarlayıp, kovalardı!...

Hatta bir dönem 'başkent', sakallı bir şaire katlanamadığı için şairimizin İstanbul'a dönmesine bile neden olmuşlardır. Mehmed Kemal'in tanımlamasıyla 'sıkı bir polis terörü' vardır o günlerde.

"Siyasal dalgalanmaları izlemeye güçleri yetmediğinden sakal makal gibi ıvır zıvır şeylerle uğraşıyorlar, şairleri, aydınları tedirgin ediyorlardı. O devirde sendika, sanat özgürlüğü, sosyal adalet diyenin peşinde polisler vardı. Eğer bu sözleri o gün İsmet Paşa deseydi, İsmet Paşanın polisleri, İsmet Paşanın peşine düşerlerdi. Hele sakallı bir şairin Başkent sokaklarında sere serpe dolaşması mümkün değildi. İstanbul'da diyeceksiniz. İstanbul kaldırır, papazı var, hahamı var, insan tanınıncaya dek bir süre geçinir, gider. Orhan da bunu bildiğinden: 'ver elini İstanbul...' demiş, annesinin Rumeli Hisarı'ndaki evine yerleşmişti. Ne de olsa rahat ediyor, pek sıkıştırmıyorlardı. Burada otel köşelerinde idi. Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Bürosu'ndan da uzaklaştırmışlar, iyice boşta geziyordu. Çıkardığı 'Şiir Sayısı' hala aranır. O ne temiz şiirler, ne güzel seçim. Adil Hanlı imzası ile çevrilen şiirler de Orhan'a aittir. Bu takma adı, Doğan Aslan, Gelibolu, Koru köyü, Adil Han yöresinde askerlik ettiği için almıştı. Askerliğini oralarda yapanlar Adil Han'ı çok iyi bilirler.

Salim diye bir meyhaneci var. Orhan'a veresiye veriyor. Orhan kaytardığı günler soluğu Salim'de alıyor. Odasının kapısına şöyle bir kağıt iliştiriyor: <<Herkes gider talime.. Orhan gider Salim'e>>

(Dayanamayarak Mehmed Kemal'in yazısını bölüyor ve yine kendisinin bir başka yazısındaki şu açıklamayı buraya iliştiriyorum: "Orhan'dan sonra Gelibolu'da biraz biz askerlik yaptık, biz de Salim'in meyhanesine dadandık. Orhan gidiyor diye değil, daha ucuz gidecek bir başka yer olmadığı için... Orhan, askerken arada bir talimi asarmış. Çadırın kapısına da şöyle bir kağıt iliştirirmiş: Herkes gider talime / Orhan gider Salim'e... Yani, bu demek ki, 'Gelin, birer tek atalım.' Talimi asan, kaytaran, içkiden hoşlanan da soluğu orada alırmış")

Orhan'ı, şimdi yıkılan İstanbul Pastanesi yakınında ki otelinde sıkıştırıyorlar, yokken odasına giriyorlar, kitaplarını karıştırıyorlar, otelciye göz dağı veriyorlardı. Otelci bir gün dayanamamış: 'Orhan Bey, otel parasını bile veremeyen fakir bir insansınız. Polisler ne isterler sizden?' diye sormuştu. Orhancık bu ne desin, verecek cevap bulamamış, boynunu bükmüş: 'Ne bileyim ben...' demiş. Gerçekten de polislerin ne istediğini bilmiyordu. Gelip sorsalar, öğrenmek istediklerini polislere Orhan kendisi anlatırdı."

Buraya da Orhan Veli'nin Sere Serpe şiirini yerleştirmenin tam sırasıdır. Sakın, "ne alakası var?" demeyin. 1986 yılında, yeni Polis Vazife ve Salahiyetleri Yasası'nı öğrenen Şinasi Nahit, şiire bir mısra ekler. Ben de sizleri bir taşla korkutup, iki şiir okutmuş olacağım:

Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!
Yürü karakola!..


Bir başka olay da Caddebostan Plajı'nda gerçekleşir. Burası Orhan Veli'nin ‘vazgeçemediği’ yerlerden birisidir. Her yaz, fırsat buldukça, o çok sevdiği denizle, burada bütünleşir. Sıcak bir temmuz günü, arkadaşlarıyla, kumsalda otururken, plajın girişindeki setin üzerinden kendilerini takip eden bir genç adam görür. Böylesine açık açık takip eden bu gencin acemi bir polis olduğunu anlayan Orhan Veli, biraz da eğlenmek için, üzerine bir şeyler giyerek hızla plajın kapısına yönelir. O'nun bu hareketi acemi polisi de hareketlendirir. Bir an göz göze gelirler. Genç polis önce bir ağacın arkasına saklanmaya çalışır, Orhan Veli'nin durmadan kendisine doğru koşmaya devam etmesi üzerine de kaçmaya başlar. Orhan Veli ise arkadan 'kaçma ulan' diye başlayan okkalı bir küfür savurur. Bu olay hem eğlendirmiştir Orhan Veli'yi hem de son zamanlardaki sıkıntısını dağıtmıştır.

Bu olaylardan birkaç yıl önce, Salah Birsel’in Fransızca öğretmenliği ve müdür muavinliğini yaptığı Nişantaşı Ortaokulu’nun öğrencilerinden biri Rıfat İnkaya’dır. Kendisinin söylediğine göre, şiirle tanışması, edebiyat öğretmeninin sınıfa ezberletmeye çalıştığı Mehmet Akif’in Safahat’ı ile gerçekleşmiştir. Okul dışında bulabildiği Nazım Hikmet ve Yahya Kemal şiirlerini okuyan İnkaya, Taksim Erkek Lisesi'nde okumaya başlayınca edebiyat öğretmenlerinin vasıtasıyla yeni şiirle tanışır. Varlık Dergisi ve diğer yayınlardan Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday'ın şiirlerini okur.

Okul bittikten sonra Hukuk Fakültesi'ne başlayan İnkaya, aynı zamanda Akşam ve Dünya gazetelerinde düzeltmenlik yapar. Yıllar geçtikçe Orhan Veli'ye olan sevgisi artar ve bir gün, ortaokuldan beri yazdığı şiirlerini, daktiloyla temize çekerek bir şiir dosyası oluşturur. Amacı Orhan Veli'yi bulup O'na okutmaktır şiirlerini.

Orhan Veli'nin ara sıra Beyoğlu'ndaki Lambo'nun meyhanesine gittiğini öğrenir. Soğuk bir nisan gecesinde, koynunda hazırladığı şiir dosyasıyla beraber Lambo'nun önünde bulur kendisini. Tereddütle içeriye girer. Cahit Irgat, Mücap Ofluoğlu ve birkaç sanatçıyı daha tanır ama, Orhan Veli yoktur. Tezgahın kenarına oturur ve şarap içmeye başlar. İki - üç bardaktan sonra, şarabın da etkisiyle Lambo'ya sorar:

- Orhan Veli geliyor mu?
- Çoktandır buraya gelmiyor.

Bu konuşmayı duyan yanındaki adam dönerek sorar:

- Orhan'ı neden arıyorsun?

İçkinin etkisiyle utangaçlığından kurtulmuştur, yanıtlar:

- Orhan Veli'nin okumasını istediğim bir şiir kitapçığım var.
- Ben bakabilir miyim?

O birkaç kadeh şarabı içmeseydi belki bunların hiçbirini yapmayacaktı ama, elindeki, daktiloda temize çektiği şiirleri, tanımadığı bu adama uzatır. Okuduktan sonra;

- Bak genç kardeşim, her başlangıçta umut vardır. Amatör bir şair olarak bazıları fena değildir ama, sanat, hele şiir çok uğraş gerektirir. Kültürsüz insan hiç bir şey yapamaz. Devam edip etmeme kararı senin. Ayrıca ne yaparsan yap bu tip yerlerden uzak dur. İlle de Orhan'ı görmek istiyorsan yazın Caddebostan Plajı'na git. Orda görebilirsin. Şimdi sana iyi geceler.

Kendisine, içtiği içkilerin parasını bile ödetmeyen bu adamın kim olduğunu öğrenemeyen İnkaya, bir kaç ay sonra Caddebostan Plajı'na gitmeye başlar ve bir gün setin üzerinde otururken Orhan Veli'yi görür. Biraz cesaret kazanmak için beklerken, Orhan Veli'nin sinirli bir şekilde üzerine doğru geldiğini görür. Şaşkınlıkla önce bir ağacın arkasına saklanır, sonra da...

Yanılmadınız. Orhan Veli'nin sivil polis sanarak korkuttuğu kişi Rıfat İnkaya'dır.

Bu olaydan bir süre önce, genç bir şairle konuşur Orhan Veli, şiirlerini okur "Hayatını alnının teriyle kazanan, yirmi yıllık geçmişi yalnız kahırla dolu bir Türk köylüsü. Yeryüzünde bir tek sahici değer tanımış, o da, el emeği" olan genç şair sorar:

- Bu şiirleri bir mecmuada bastırabilir miyim?

Rıfat İnkaya'nın şiirlerini okuyamayan Orhan Veli, okuduğu bu şiirler için neler söyleyip, neler yazmış? Hep beraber okuyalım:

"Saf, temiz duyuşları yanında bir kaç okur - yazar tarafından öğretilmiş bazı iğreti hususiyetleri olmasaydı hiç düşünmeden 'elbette' diyecektim; diyemedim. Eni konu güzel şiirler olduğu halde, mecmualarda çıkan şiirlerin alayından güzel olduğunu gördüğüm halde diyemedim. Nasihati sevmem; kimseye nasihat etmek istemem. Daha doğrusu buna hakkım yoktur. Ama, bu genç şaire birkaç söz olsun söylemenin cazibesinden de kendimi alamadım. Bir takım cevherler yumurtlayıp, bir sürü büyük hakikatler söylediğimi sanmayın. Hayır! Ben ona sadece o cevherler yumurtlayan insanlardan şüphe etmesini, o büyük hakikatlere körü körüne inanmamasını söyledim. 'Büyük hakikatler şiir üstüne midir, bil ki çoğu şiirden anlamayan insanlar tarafından söylenmiştir. Sen şairsin. Belki de ömrünün sonuna kadar şiiri düşünecek, en çok onun çilesini çekeceksin. Sahici şiirin hangisi olduğunu anlamak, onu sanat yapan çabanın nasıl bir çaba olduğunu bulup meydana çıkarmak, senin mi daha çok hakkındır, yoksa o laf ebelerinin, o çene kavaflarının mı?' dedim..."

Rıfat İnkaya'nın şiirlerine ne olduğunu merak ediyor musunuz?

Orhan Veli'yi görebilmek için bir daha çaba göstermeyen İnkaya, 1950 yılının kasım ayında, Orhan Veli'nin öldüğünü duyduğu gece, bütün şiirlerini yakar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder