Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

Orhan Veli'nin Bazı Fotoğrafları

28 Aralık 2011 Çarşamba

ŞARKILARDAN FAL TUTALIM, ŞİİRLERLE ŞAİRLERE


ŞARKILARDAN FAL TUTALIM, ŞİİRLERLE ŞAİRLERE

Bu gece gene
Bulutlar alçaktan uçarken
Sokaklarda dolaşacağım
Sen elleri cebinde gezen
Islıkla çaldığın şarkıların
Bu akşam en güzelini söyle
Sabahattin Kudret Aksal'ın Islıkla Şarkı'sında bize seslendiğini farz edip, üzerimize alınalım ve ellerimizi cebimize sokarak hep beraber bir şarkı mırıldanalım, var mısınız?
Telgrafın tellerine kuşlar mı konar
İnsan sevdiğine canım böyle mi yapar
Umarım bestesine göre söylüyorsunuzdur ve sormamışsınızdır "niye o kadar uğraştırıp, ellerimizi cebimize sokturduktan sonra bize bu türküyü söylettin" diye. Merak etmeyin açıklayacağım ama, önce biraz laf kalabalığı yapalım.
Bir kaç sene önce Müjdat Gezen de şarkı ve türkülerimizdeki 'abuklukları' eleştirmişti. Örneğin:
Kundurama kum doldu
Atmaya kürek gerek
türküsü için şunları soruyor:
"Bir kere bu adam ya plajda ya çölde yürüyor. Plajda ise ayakkabıyla ne işi var? Çölde ise kürek ne arar? Ayrıca hangi boy kürek bir ayakkabının içindeki kumu dışarı çıkarabilir? Denedim, şömine veya soba küreği bile ayakkabının içine girmiyor. İnşaat küreği zaten giremez. O zaman kunduradaki kumu boşaltmak için nasıl bir kürek istiyor bu adam?"
Bir başka hafta da Saza Niye Gelmedin? türküsünün
Geçen cuma gelecektin
Aylar oldu gelmedin

mısralarına takmış haklı olarak ve o güzel üslubuyla soruyor:

"Haydaa.. Artık geçen cuma dedikten sonra aylar olabilir mi?"

Doğrusu kutlamak gerekir Müjdat Gezen'i. Sırf tespitleri için değil, mizahi bir dille de olsa eleştirdiği için kutlamalı. Öyle ya "Vay efendim, zaten türkülerimize sahip çıkılmıyor, bir de sen saldırıyorsun" diyenler çıkabilir ama, Müjdat Gezen hiç düşünmez bunları ve bir başka hafta

Manda yuva yapmış söğüt dalına
Yavrusunu sinek kapmış
Gördün mü?
diyerek devam eder... Amacım Müjdat Gezen'e özenip benzer tesbitler yapmak olmadığından biz kendi türkümüze dönelim:
Telgrafın tellerini arşınlamalı
Yar üstüne yar seveni kurşunlamalı
Tam beş defa
Kurşuna dizildi Mernuş
Ya kurşunu sıkan yar değildi
Ya kurşun kurşun değildi
Ya Mernuş Mernuş değildi
"Bu türkü o türkü değil" diyenleriniz çıkmıştır hemen. Elbette, bu zaten türkü değil, Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun Telgrafın Telleri şiiri ama, o türkü yüzünden Bedri Rahmi de aynı hataya düşmüştür.
Necati Cumalı ise Bavullarımı Hazırlamalıyım adlı şiirinde:
Artık bavullarımı hazırlamalıyım
Kim bilir nasıl sevinecek evdekiler
Böyle habersiz gelişime
Allaha ısmarladık
Telgraf telleri, ağaçlar, dere
Tekrar görüşmek isterim sizinle
Yolculuk arkadaşlarım
derken; Cengiz Onural da Yeni Türkü'nün Külhani Şarkılar adlı albümüne aynı isimli bir şarkı sözü yazmış ve aynı hataya yakalanmıştır.
Bu teknik konuyu basite indirgeyerek şöyle açıklayabiliriz: "Belirli iki merkez arasında önceden bilinen işaretler yardımıyla, yazılı haberlerin iletişimini sağlayan düzenek" olarak adlandırabileceğimiz telgrafın çalışma prensibi; iki merkez arasındaki tele, zaman zaman ve kesik kesik elektrik vermekten ibarettir. Yani iki nokta arasında bir iletken tel gerilidir ve böylece haberleşme sağlanır. Eski sistemlerde iki iletken tel kullanılsa da 'telgrafın telleri' demekle tekil-çoğul hatasına düşülmüştür.
Aranızda şu savunmayı yapanlarınız da olacaktır: "Telgrafın tek teli olabilir ama, değişik noktalar arasındaki hatlar düşünülerek bu çoğul takısı kullanılmıştır."
"Bu durumda söyleyebileceğim bir şey yok" diyemiyorum, isterseniz bir de Muzaffer Buyrukçu'nun Gece Bitmedi (Cem Yayınları - 1995) adlı romanının 218. sayfasından bir alıntı yapalım:
"Altı telli eski telgraf telleri porselen fincanlıydı ve ağaçtandı. Telgrafın tellerine kuşlar konmuştu ve Zeki Müren şarkı söylüyordu."
Burada Muzaffer Buyrukçu, altı telli, porselen fincanlı demekle enerji nakil hattından bahsetmiş olsa da sözü geçen şarkı yüzünden bu hatları telgraf hatları sanmıştır.
Necati Cumalı bir de Kırkikindi Yağmurları adlı şiirinde Muzaffer Buyrukçu gibi enerji nakil hatlarını telgraf telleri sanmıştır:
Trenler geçip giderken küçük kuşlar
Durmadan yer değiştirir telgraf tellerinde
Suçun tamamıyla bu türkümüzde olduğunu tekrarlayarak, bu çok önemli hatayı (!) düzeltelim ve Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun Türküler Dolusu'ndan yapacağımız şu alıntıyla biz de türkülerimize olan bağlılığımızı ispatlayalım:
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü gibi candan
Ana südü gibi temiz
Bu kadarla da kalmaz Bedri Rahmi'nin şiiri ve ilerleyen mısralarında bir de türkü ismine rastlarız. Eh! hep şiirlerden şarkı sözü yapılacak değil ya! Biraz da onlar, yani türkülerimiz girsin şiirlerimize ve biz şarkılardan fal tutalım, şiirlerle şairlere... Öncelikle Bedri Rahmi'nin şiirini tamamlayalım:
Ah bu türküler köy türküleri
Ne düzeni belli ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi döğüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutulur nasıl
Ömründe bir defa Kazım'ın türküsünü dinleyen
Bedri Rahmi'den bir yaş küçük olan bir şair de dinlemiştir bu türküyü, hem de defalarca ve Efkarlanırım adlı şiirinde yer vermiştir ona:
Mektup alır, efkarlanırım;
Rakı içer, efkarlanırım;
Yola çıkar, efkarlanırım;
Ne olacak bunun sonu, bilmem.
"Kazım'ım Türküsünü" söylerler
Üsküdar'da;
Efkarlanırım.
Bu kadar eflarlı şair elbette ki Orhan Veli'dir...
Falımızda üç vakte kadar bir şiir daha görünür. Bir, iki, üç... diyerek üç vakti doldurursak, göreceğimiz şiir Salah Birsel'in Dünya İşleri'dir.
...
Bir kargaşa ki kimse kimseyi görmüyor
İşte bir şarkıcı
Ben Esmeri Badem İle Beslerim
türküsünü çığırıyor
Şarkılardan fal tutmaya devam edersek karşımıza şair olarak Özdemir Asaf, şiir olarak Şarkılar çıkar:
Her şarkının götürdüğü yer başka,
Hepsi başka başka sinmiş içime.
Biri, Büyükdere'ye götürüyor,
Biri on altı yaşımın Kadıköy'üne.
"Kimse sevgimi bilmez" şarkısı
Eskiden ağlatırdı beni;
Şimdi düşündürüyor.
Hazır düşündürmeye başlamışken falımızdan bir şiir daha bulalım. Adı Bilir misin, şairi de Melih Ziya Sezer:
Senin yüzündendir sevdiğim
Yıldızlara bakakalmam
Sokaklarda dolaşmam
Ay ışığında
Ve ayazda
İliklerime kadar ıslanmam
Yağmur altında
Farkında olmayarak
Ve
Bir düzüye ıslıkla çağırmam
Senden bilirim yok bana
bir faide ey gül
Şarkısını
...
Fincanı bir kenara bırakıp, fala tabağa bakarak devam edersek; orada da bir şiir vardır. Necati Cumalı'nın Adına Yaktığım Türküler'i:
Küçüktüm annem söyledi
"Atımın adı Dilber'dir"
"İskender bey damadımdır"
Büyüdüm neden sonra anladım
Has bahçede kör sarmaşık
Karışık güller arasında

Orhan Veli'nin sarhoş olduğu zamanlarda;

Gene yeşillendi Niğde bağları
Bize mesken oldu hapis damları
türküsünü "çağırmaya" başladığını söyleyen Mehmed Kemal, yazısına şunu ataşlamayı ihmal etmez:
"Bu türküyü çağırmaya başladı mı, bilesiniz ki Orhan sarhoş olmuştur."
O'nun türkü sevdasını bilenler her zaman O'na türkü söyletmeye çalışırdı. Örneğin, Sait Faik yaptığı bir röportaj sırasında lafı o mısra senin bu mısra benim döndürüp dolaştırır ve şaire bir türkü mırıldattırır:
Akşam olur hapishane kilitlenir
Kimi kağıt oynar, kimi bitlenir
Kiminin temyizden kağıt gelir
Düştüm bir ormana yol belli değil
Yatarım yatarım gün belli değil.
Hapishane içinde üç ağaç incir
Kollarım kelepçe anam boynumda zincir
Zincir sallandıkça her yanım sancır
Düştüm bir ormana yol belli değil
Yatarım yatarım gün belli değil.
"Kimin olursa olsun güzel şiir!" der Orhan Veli ama, söylediği başka türküler de vardır. İşte ölen son dinozorumuz, Mina Urgan'ın hatırladığı bir türkü:
"Hava iyi olunca, Küllük denilen Eminefendi kahvesi toplantı yerimizdi. Şimdi Beyazıt meydanında oturulup bir çay içilebilecek tek yer olan caminin arkasındaki çınarlı kahveye kimseler rağbet etmezdi eskiden. Eminefendi kahvesine yalnız öğrenciler değil; ressamlar, yazarlar, şairler de gelirdi. Ankara'da olmadıkları zaman Orhan Veli, M. Cevdet ve Oktay Rifat ile orada buluşurduk. Orhan Veli'nin bacakları öyle ince ve öyle uzundu ki, alçak tahta iskemlesinin üstünde otururken, herkes gibi bacak bacak üstüne atmaz, bacaklarını birbirine dolardı. Abidin Dino'nunki kadar biçimli olan elini, delik deşik izlenimini veren yanağına koyar, bir türkü söylerdi ara sıra:
Cihan da bilir benim sana yandığım,
yandığım aman
Ellerim koynumda garip kaldığım,
kaldığım aman.
Böylesi çatlak bir sesle bu kadar güzel türkü söyleyeni ömrümde duymadım."
Sizin sesiniz de çatlak olsa bile bu türküden sonra var mısınız, ellerinizi cebinize sokup bir türkü mırıldanmaya? Yok eğer, bilmiyorum ya da söyleyemem diyorsanız, radyonuzun kanallarını bir tarayın. Eminim o onlarca kanalın birinde bir türkü çalıyor şu an. Bunu benim için değil, Orhan Veli için yapın. Orhan Veli türkü mırıldanmamızı Son Türkü'sünde istiyor:
Sular çekilmiye başladı köklerde
Isınmaz mı acaba ellerimde kan?
Ah! Ne olur bütün güneşler batmadan
Bir türkü daha söyleyelim bu yerde!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder